Merhabalar,
Güzel ve soğuk bir hafta sonuna uyandık. Bugün sizlerle kitap okuma sorunsalımı paylaşmak istiyorum.
Kitap okumak benim için hiç bir zaman bir hobi olamadı. Adeta bir zorunluluk, nefes almak, su içmek, yemek yemek gibi bir olay. Yaşamsal bir faaliyet, alışkanlık, mecburiyet.. Ne ile isimlendirirsem isimlendireyim durum bu işte.
Bu alışkanlık belki bir çoğunuzda olduğu gibi küçük yaşlarımdan beri benimle beraber. Düzenli kitap okumaya başladığımı hatırladığım en erken zaman zannediyorum ilkokul 2. sınıfa uzanıyor. O zamandan beri uyumadan önce, gün içinde, sabah yada akşam saatlerinde muhakkak kitap okurum. Kitap okumadan günü kapattığım gün sayısı bir elin parmaklarını geçmez sanıyorum.
İlkokul zamanındaki günlüklerim ailemin beni yatağa yatmaya yollaması ve benim kapalı kapılar ardında, masa lambamın ışığında, annemlere yakalanmadan bir kaç sayfa daha okumaya çalışma heyecanım ve mini maceralarımla doluydu. Zamanla yatağa yollanma ortadan kalktı, bende kendi çapımda bu heyecanları yaşamaktan kurtuldum.
Yatmadan önce kitap okumayı severim. Severim ama bir iki sayfa okuyayım da uykum gelsin diye değil. Aksine yatmadan önce yada uzanırken kitap okursam eğer uykum kaçar. Bir iki sayfa sonra kendimi uzanmaktan oturmaya geçmiş halde bulurum. Çok biliyorum iki sayfa okuyup uyuyayım diye 12'de yatağa gidip, sabah 4'e karşı saati fark ettiğimi..
Sanıyorum bu alışkanlığı edinmemde ailemin etkisi yadsınamaz.
Benden 9 yaş büyük ve benim o yaşlarda kendime idol olarak aldığım ablamda tam bir kitap kurdudur. Az musallat olmaya çalışmadım onun kütüphanesine. Tabii o yaşlarda bana oldukça ağırdı onun kitapları. Zaman ilerledikçe sıra sıra el attım kitaplarına.
Okuduğum tarzların şekillenmesindeki en büyük etki ise tabii ki yine ablama ait. Kendisi klasikleri, sembolist yazarları, denemeleri ve şiirleri sever. Hayran olduğum ve benim vazgeçilmezim haline gelen bir çok yazar, ablamdan alıp okuduğum kitapların yazarları genellikle. O yaşlardan yerleştiler içime. Lale Müldür, Cemal Süreya, Nazım Hikmet, Hermann Hesse, Baudelaire, Nilgün Marmara, Küçük İskender, Montaigne, Kafka ve daha sayamadığım nicesi ile ablam sayesinde tanıştım.
Babamda tam bir kitap canavarıdır. Babacığım ve kitap aklıma geldiğinde ilk hayalimde canlanan anı pazar sabahları, kapalı balkonumuzda, yanında çayıyla ansiklopedi okuması olur. Evet, ansiklopedi bile okumayı çok seven bir babam var. Onun tarzı, zannediyorum asker olmasından ve tarih aşkı ile dolu olmasından kaynaklı tarih kitapları.
Bir zamanlar tarihten nefret ederdim.
Bir gün babam bana ''Bir şeyi sevmiyorsan, neden sevmediğini bilmelisin'' demişti.
Anlamadım. ''Nasıl yani?'' diye sordum.
''Yani bir insana şunu seviyorum dediğinde, sana neden diye sorarsa nedeni yok seviyorum diyebilirsin. Ancak şunu sevmiyorum dediğinde, o şeyi-konuyu-kişiyi neden sevmediğini detaylıca açıklayabilmelisin. Bu nedenle sevmediğin şeyler hakkında daha fazla bilgiye sahip ol ki, onu neden sevmediğini daha iyi anla.'' deyip, bana güzel bir tarih kitabı verdi kütüphanesinden.
Sonrada ''Al, işe bu kitabı okumakla başla.'' dedi.
O gün tarih aşkım doğmuş olabilir. Ardı sıra verdiği kitaplarla tarihi bilmediğim için bana karışık geldiğini, sevmediğimi düşündüğümü anladım. Meğer ben tarih seviyormuşum :)
Kemal Tahir, Yaşar Kemal ve daha hatırlayamadığım nicesi de bana babamdan armağan.
Annemde kitapgillerden. Kendisi genellikle macera, gerilim romanlarını sever. Tess Gerritsen, Stephan King'lerle tanışmam hep annem sayesinde..
Zannediyorum evde düzenli kitap okumayan tek kişi erkek kardeşim. O da nazar boncuğumuz olsun.
Sonra evlendim. Çok şükür kocamda kitap okumaya bayılıyor. Daha çok fantastik romanları sevmesi sebebiyle hakkında az çok bilgi sahibi olduğum konu hakkında bir çok kitap okuma olanağım oldu. Kendisine bu konuda da müteşekkirim :)
Tabii rahmetli babam ve sevgili annemde öyle (sevdiceğimin anne ve babası).
Rahmetli babam bana bütün kitaplarını getirdi kütüphanesindeki. Kitap okumayı sevdiğimi duyunca bir gün kapı çaldı. Bir baktım kapıda duruyor ellerinde poşetlerle. Alabildiği, taşıyabildiği kadarını doldurmuş, bana getirmiş.
O güzel mavi gözleriyle bakarak ''Daha çok var kızım. Birazını sen gel al. Birazını da ben taşıyabildiğimce getireyim. Senin olsun, oku hepsini.'' dedi. Şimdi bana dünyanın en güzel armağanını bırakmış gibi hissediyorum kitaplarına her dokunuşumda.
Bir bölümünü tabii ki ellemedik. Annem okuyor onları ara ara. Okuduğu kitapları, tekrardan okumayı seviyor.
Geçen gün gördüm elinde Dostoyevski 'den Budala gözleri ışıl ışıl tekrar nasıl okuduğunu anlatıyordu bana. Dostoyevski tartıştığım bir annem var, daha ne isteyeyim :) Çok şükür, bin şükür böyle bir aileye girdim.
Kitap okumayı çok seviyorum sevmesine ama yeni bir yazara, kitaba başlamaksa hep bir olay, hep bir olay.
Önce yazarın hayatını araştırmam lazım. İyice okumam anlamam gerekli.
Sonrasında bu zamana kadar neler yazmış, neler etmiş, ne yemiş ne içmiş iyice öğrenmem gerekiyor.
Yazdığı tarzda kimden ilham almış, etkilenmiş ve ondan ilham alıp etkilenenler kimler. Ben bunların ne kadarını tanıyorum, eserlerini biliyor muyum. Hayır bilmiyorsam hepsini not etmeliyim ki sonra satın alayım.
Bende olmayan kitapları neler. Onları da listelemeliyim tabii. Sonra almak gerekli.
İşte tüm bunlardan sonra kitabı okumaya başlayabilirim.
Bazen delirdiğimi düşünüyorum. Aranızda böyle yapanlar var mı? Şu dünya üzerinde tek saplantılı ben miyim yoksa?
Umarım keyif almışsınızdır. Ben yazarken oldukça keyif aldım.
Kocaman sevgi dolu bir hafta sonu olsun hepimize.